4 Haziran 2016 Cumartesi



MUHAMMED ALİ ANISINA


    Şeytani serüvenlerden biri sizi bekliyor, roman kahramanı, efsane kral Learoyd'un anlatımıyla...
    Bir zamanlar Boong adında bir adamla Yoong adında bir kadın vardı. Açlıktan ölen çocuklarını kısa bir süre önce gömmüş olduklarından ikiside son derece mutsuzdu. Sembakung'un sularının, ancak gök mavisi bir çizgi inceliğinde aktığı, koca koca ağaçların yapraklarının kırmızıya döndüğü büyük kuraklık sırasındaydı. Bütün mandaların kendilerini, bugün 'Boynuzlar Mezarlığı' adı verilen bataklığa bastıkları, çamur katılaşınca da orada kalıp öldükleri çağdı. Dışarıda hava çok sıcak olduğu için, cinlerin bile ejderha Biiri'ye, toprağın derinliklerine sığındıkları ve arkalarında, savunmasız ve yasasız insanlar bıraktıkları çağdı.
    Boong, oğlu için küçük, çelimsiz bir fare öldürmüştü, ama avdan dönünce, oğlunun ölüsü ile karşılaştı. Yoong, bu çelimsiz, küçük fareyi pişirmek için ateş yaktı. Oturup yediler ve çokça ayak içtiler, çünkü gerçekten çok mutsuzdular.
    Boo Amca denen karaca, iyice acıkmıştı, yemeğin kokusunu aldı. Büyük umutla ateşe yaklaştı. Yoong, kadın, onu yakalayıp bir sepete koydu.
    Yarınki akşam yemeğimiz çıktı, dedi kocasına.
    Ama, Boo Amca, kendini yesinler istemiyordu. Doğan güneş karşısında çığırtkanlık yapan bir maymun sürüsü kadar korkunç bir gürültü yapıyordu:
    'Ben dünyanın merkeziyim. Siz ancak benim kafamın içinde var olabilirsiniz. Eğer beni öldürürseniz, göz açıp kapayıncaya kadar kendinizi yok bilin. Üstelik, dünyada sizinle birlikte yok olur. Hiçbir şey kalmaz. Hiçbir şey. Sadece yıldızsız bir gecenin sonsuz karanlıkları.'
    Gerçekten de, Boo Amca bir yandan bu şamatasını sürdürüyor, bir yandan da bu saçmalıklarını anlatıyordu, ölmekten korkuyordu çünkü. Yoong, onu susturmak için, sepeti sarstı, av ve pirinç rakısından yorgun düşmüş olan Boong uykuya daldı. Uyandığı zaman ateş sönmüştü. Gece öylesine karanlıktı ki, dünyanın ortadan kalktığını sandı. Çok korktu. O zaman, Boo'nun anlattıklarını düşündü, ardından, dünyayı geri vermesi için ona yalvardı. Boo Amca, ilkin sepetten çıkmak istiyordu:
    'Külleri üfle, korların üzerine kuru dallar koy, o zaman dünyanın geri dönmesini söylerim.'
    Alevler ormanı aydınlatınca, yatışan Boong tekrar uyumak istedi, ama Boo Amca bırakmadı onu:
    'Ben dünyanın merkeziyim. Sen ancak benim kafamın içinde var olabilirsin, her şeyin yok olmasını istemiyorsan, bana yiyecek ver.'
    'Hiçbir şeyim yok' dedi Boong. 'Sadece iki küçük fare kemiği. Ben de açım.'
    Boo Amca küçük kemiklere burun kıvırdı:
    'Bunu öğrendiğime çok üzüldüm. Ama, hiç değilse, bırakta karının sütünü emeyim.'
    Boo Amca öylesine açtı ki, Yoong'un memesini ısırdı ve yüreğini parçaladı.
    Karın artık öldü. Hiçbir işe yaramaz. Pişirde birlikte yiyelim, dedi Boong'a.
    Boong çok çok ağladı ama sonunda çaresiz, boyun eğmek zorunda kaldı: Demiştim ya, Cinlerin bile insanları kötü güçlere bırakıp kaçtığı çağdı.
    Yoong'u yiyip bitirdikten sonra da Boo Amca hala açtı:
    'Ben dünyanın merkeziyim. Sen ancak benim kafamın içinde varsın. Eğer yok olmak istemiyorsan, bacağını yedir bana. Bir bastona dayanıp ötekiyle gene yürüyebilirsin', dedi Boong'a.
    Boong daha çok ağladı, çünkü bacağını yitirmek karısını yitirmekten daha çok acı veriyordu ona, ama dünyanın yitip gitmesini de istemiyordu. Boo Amca, bir türlü doymak bilmiyordu. Öteki bacağını ve birbiri ardınca iki kolunu yedi, sonra, oturdu, sırtüstü uzandı ve sabaha kadar uyudu. Uyandığı zaman çok susamıştı, yerinde kımıldayamayan Boong'un iniltilerini umursamayıp, su içmek için Sembakung'a indi. Güneşin çatladığı balçık yığınları arasında, artık küçük bir dereye benzeyen koca nehrin kıyısına çöktü ve kana kana su içti, öylesine içti ki, geriye kalan suda yüzen kocaman, çamurlu ağaç kütüğüne dikkat bile etmedi. Çamurlu ağaç kütüğünün çenesinin korkunç şaklamasından onu kuyruğunun bir tüyü kurtarabildi. Boo Amca, öylesine çok yemiş içmişti ki iştahla homurdanan timsahtan kaçıp kurtulması olanaksızdı.
    'Günaydın,' dedi ona, 'seni arıyordum ben de, sana güzel bir yemek hazırladım.'
    Ona bir türlü güvenemeyen timsah biraz daha yaklaştı homurdanarak:
    'Güzel bir yemek mi? Elli fersahlık çevre içinde yiyecek hiçbir şey yok. Nedir o yiyecek?'
    'Bir insan.'
    'Bir insan mı? diye tekrarladı yaşlı timsah.' 'Ama insanlar çok hızlı koşarlar, üstelik, kızgın mandalardan daha tehlikelidirler.' 
    'Bu adam kendini kurtaramaz. Dinle beni, ey nehrin efendisi, çok yedim, çok içtim, yorgunum. Sırtına oturup sana yol göstereceğim.'
    'Bir insan!' diye tekrarladı yaşlı timsah. ' Bütün ömrümce bir kez insan yiyebildim, ama öyle çok oluyor ki umuttum tadını. Gidelim!'
    Timsahı Boong'un yanına götürünce, Boo Amca yere atladı ve sakince ormana doğru uzaklaştı. Boğazına düşkün olan yaşlı timsah, Boong'u nehirde bir süre salamuraya yatırsa daha iyi olacağını düşündü ve onu sürükleyerek götürdü. Boong ağlayarak suya gömüldü ve dünya gerçekten yitip gitti, ama yalnızca Boong için.
    Eh yorum sizin; Boo Amcalar, Boonglar, Yoonglar ne kadar efsane de olsalar onları içimizde görmek, etrafımızda bulmak mümkün mü acaba!                                               
                                             -Pierre Schoendoerffer-



Hiç yorum yok :

Yorum Gönder